T.C.
YARGITAY
. Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2022/11-397
Karar No: 2022/701
Karar Tarihi: 18.05.2022
TAZMİNAT DAVASI – DÖRT YIL BOYUNCA TÜM İTİRAZLARA RAĞMEN
İHTİYATİ TEDBİRİ KALDIRMAYAN HAKİMLERİN UZUN SÜRE UYGUN
OLMAYAN DEPOLAMA KOŞULLARINDA KALAN TOHUMLARIN
ÇİMLENME ÖZELLİĞİNİ YİTİRMESİNE VE ÇÜRÜMESİNE NEDEN
OLDUKLARI – TEMYİZ İSTEMİNİN KABULÜ
ÖZET: Somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkili şirket aleyhine
açılan tespit davasında verilen ek karar ile depodaki tohumlar üzerine uygun koşullarda saklanmak
üzere ihtiyati tedbir konulmasına ve yediemine tevdiine karar verildiğini, daha sonraki aşamalarda da
gerek alınan tespit ve bilirkişi raporlarına, gerek yedieminin tohumların bozulacağına dair dilekçesi ve
gerekse de itirazlara rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığını, dört yıl boyunca tüm itirazlara rağmen
ihtiyati tedbiri kaldırmayan hakimlerin uzun süre uygun olmayan depolama koşullarında kalan
tohumların çimlenme özelliğini yitirmesine ve çürümesine neden olduklarını, bu nedenlerle müvekkili
şirketin uğradığı zararın HMK’nın 46. maddesi gereğince tazmini gerektiğini ileri sürmüş, dava
dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve gerçek zararın yargılama aşamasında alınacak bir
bilirkişi raporu ile belirlenecek olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak
açıldığını belirtmiştir. Somut olayda, davacının delil tespiti raporuna bir itirazının bulunmadığı, zarar
ve alacak miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilecek durumda olduğu, belirsiz alacak davası
açmakta hukuki yararının bulunmadığı, bu nedenle direnme kararının onanmasına karar verilmesi
gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Mevcut bu
durum karşısında, yukarıda belirtilen nedenlerle, Özel Dairece işin esasına girilip taraf delilleri
toplanarak HMK’nın 46. maddesi nedeniyle davalının sorumluluğunun bulunup bulunmadığı yönünde
inceleme ve değerlendirme yapılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı
gerekçeyle direnme kararı verilmiş olması doğru görülmemiştir. Hal böyle olunca, Özel Dairenin
“davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine” dair direnme kararının bozulması
gerekmiştir.
(AİHS m. 6, EK 7 NOLU PROTOKOL) (2709 S. K. m. 36, 142) (2797 S. K. m. 1, 3, 15, 16) (6100 S.
K. m. 1, 46, 47, 48, 107, 109, 114, 115, 373, Geç. m. 3) (1086 S. K. m. 440) (YHGK 26.02.2019 T.
2019/11-4 E. 2019/202 K.) (YHGK 23.06.2020 T. 2020/11-228 E. 2020/444 K.)
- Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı Yargıtay 11. Hukuk Dairesince ilk derece
mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın usulden reddine ilişkin verilen karar davacı
vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonunda önce
onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine kararın bozulmasına karar verilmiş ve Özel
Dairece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına karşı direnilmiştir. - Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
- Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi: - Davacı vekili 02.03.2015 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili aleyhine açılan ihtiyati tedbir
istemli tespit davasında yapılan tespit sonucu bilirkişi raporu alındığını ve 12.08.2010 tarihinde verilen
ek karar ile depodaki tohumların satılmaması için uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyati tedbir
konulmasına ve yediemine tevdiine karar verildiğini, bu kararı veren Antalya 1. Asliye Ticaret
Mahkemesi’nin davada görevli olmadığını, bu nedenle verilen tedbir kararı geçersiz olduğu gibi aynı
zamanda gereksiz olduğunu, ayrıca müvekkili tarafından itiraz edilmiş ve böylece kesinleşmemiş bir
tespit raporuna dayanarak tedbir uygulanmasının hatalı olduğunu, dosyanın görevsizlikle gönderildiği
fikri sınai haklar mahkemesi sıfatı ile Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince de gerek müvekkili
şirketin aldığı tespit raporları gerek yedieminin tohumların bozulacağına dair dilekçesi gerek bilirkişi
raporları ve gerekse de tarafların itirazlarına rağmen hakimlerin ihtiyati tedbir ile ilgili gerekli
tedbirleri aldırmadıkları gibi itirazları da değerlendirmediklerini, dört yıl boyunca tüm itirazlara
rağmen ihtiyati tedbiri kaldırmayarak uzun süre uygun olmayan depolama koşullarında kalan tohum
materyallerinin çimlenme özelliğini yitirmesine ve çürümesine neden olunduğunu, fikri ve sınai haklar
mahkemesi sıfatıyla Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın esasına dair kararın
Yargıtay 11. Hukuk Dairesince bozulduğunu, bozma kararında davanın ıslahçı payına ilişkin
olmadığının, uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde görülmesi gerektiğinin belirtildiğini, bu
durumda tüm aşamalar boyunca 5042 Sayılı Kanun gereğince verilen ve devam ettirilen tedbir
kararlarının da hukuka aykırı olduğunun netlik kazandığını, bu şekilde farklı bir anlam
yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması
nedeniyle müvekkili şirketin ciddi zarara uğradığını, zararın 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun (HMK) 46. maddesi gereğince davalı idareden tazmininin gerektiğini, ancak dava
dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu
sonucu gerçek zararın ortaya çıkacak olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak
açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; bozulan tohumlara ilişkin şimdilik
10.000TL, bu tohum materyalleri için 1995 yılından beri yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil
masraflara ilişkin şimdilik 10.000TL, bu tohumlar nedeniyle satışından elde edeceği ve mahrum
kaldığı üç yıllık kara ilişkin şimdilik 10.000TL olmak üzere toplam 30.000TL belirsiz tazminat
alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep
etmiştir.
Davalı Cevabı: - Davalı Maliye Hazinesi vekili 21.04.2015 havale tarihli cevap dilekçesinde; davanın süresinde
açılmadığını, HMK’nın 46. maddesinde gösterilen sınırlı ve sayılı durumları ifade eden sorumluluk
nedenlerinin koşullarının oluşmadığını, ayrıca HMK’nın 48. maddesine göre dayanılan sorumluluk
nedenlerini ispata yarayacak yeterli delil de sunulmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini
istemiştir. - İhbar olunan hakimler yargılamaya katılmamışlar ve beyanda bulunmamışlardır.
Özel Daire Kararı: - Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.12.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/1 K. sayılı kararı ile; HMK’nın
- maddesiyle birlikte, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun’da (HUMK) yer
almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davasının kabul edildiği, bu düzenleme ile
davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenememesi haline mahsus olarak davacıya belirsiz alacak davası açma hak ve imkanı tanındığı,
miktar veya değerin belirlenememe halinin varlığı için davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine
rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da
objektif olarak imkansızlığa dayanması gerektiği, madde gerekçesinde de yer aldığı üzere davanın
miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa böyle bir dava açılamayacağı, zira miktar veya değerin
bilindiği durumlarda belirsiz alacak davası açılmasının hukuki yarardan yoksun olduğu, miktar veya
değerin bilindiği ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkanın HMK’nın 109. maddesinde
düzenlenen kısmi dava olduğu, kategorik olarak belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı
davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemeyeceği, alacağın hangi
hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma
yapılmasının mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin
nazara alınarak sonuca gidilmesinin gerektiği, HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol
gösterici mahiyette kriterlere yer verildiği, bu fıkrada karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda
davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini
artırabileceğinin hüküm altına alındığı, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve
sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu” belirlenebilme halinin
açıklandığı, davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli
bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da
(gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde
bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacağın belirsiz kabul
edilmesi gerektiği, alacağın miktarının belirlenebilmesinin tahkikat aşamasında delillerin incelenmesi,
bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz
alacak davası açılabileceğinin kabul edilmesi gerektiği, ne var ki bir davada bilirkişi incelemesine
gidilmesinin belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli olmadığı, bir davada bilirkişiye
başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa belirsiz alacak davası
açılamayacağı, bu nedenle şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası
olarak açıldığı durumlarda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın
reddi yoluna gidilmesi gerektiği, HMK’nın 114/1-h maddesinde hukuki yarar dava şartları arasında
sayılmış olup, böyle bir eksikliğin HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca giderilebilecek dava şartları
arasında da görülemeyeceği, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre verilmesinin de mümkün olmadığı, bu
açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde davacı vekili “belirsiz alacak davası” olarak
niteleyerek davasını açmış ise de, delil olarak dayanılan Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin
2014/60 D. İş sayılı delil tespit dosyası incelendiğinde, davacının talebi üzerine yapılan 17.09.2015
tarihli delil tespit raporunda davacının, davaya konu olay sebebiyle uğradığı zarar, Ar-Ge çalışmaları
için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan
harcamalar yönünden 2.475.000TL, mahrum kalınan kar yönünden ise 5.875.000TL olarak
belirlendiği, söz konusu rapora davacı tarafın herhangi bir itirazının da bulunmadığı, bu itibarla bu
davanın açıldığı tarih itibariyle davacının uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı belirlenebilir nitelikte
olduğu halde davacı tarafça “belirsiz alacak davası” açılmasının HMK’nın 107. maddesindeki
düzenlemeye açıkça aykırı olduğu gerekçesi ile davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden
reddine karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun Onama Kararı: - Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz
isteminde bulunmuştur. - Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. sayılı kararı ile Özel
Daire kararının onanmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun Bozma Kararı: - Hukuk Genel Kurulunun onama kararına karşı süresi içinde davacı vekili karar düzeltme isteminde
bulunmuştur. - Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararı ile;
“…Somut olay bakımından davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; tohumların
bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil masraflar ve tohumların satışından
elde edeceği ve mahrum kaldığı kara ilişkin talepleri ile ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının
belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün
olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve
kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir.
Davacı şirketin talebi üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/60 D.İş sayılı dosyasında
düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının davaya konu olay sebebiyle uğradığı
zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000,00TL, domates, biber ve hıyar
çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000,00TL, mahrum kalınan kar yönünden ise
5.875.000TL olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun dışında dosya kapsamında
birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların birbiri ile ve delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu
anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna gidilmiş
olmasının, davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli hale getirdiği şeklinde yorumlamak
Kanunun amacına aykırıdır.
Ayrıca, hakimin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46. ve devamı maddelerinde, kategorik
olarak bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin bir düzenleme
bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, Yasa koyucunun amaçlamadığı bir sonuca ulaşmanın
isabetli olduğundan söz edilemez.
Belirtilen nedenlerle, davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabilecek
nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak,
aradaki hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna
varılmıştır.
Bunun yanı sıra, somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti açısından
hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında halihazırda korunmaya değer bir
yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç
konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün
değildir.” gerekçesiyle Özel Dairenin kararı oy çokluğu ile bozulmuştur.
Özel Dairenin Direnme Kararı: - Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.11.2019 tarihli ve 2019/1 E., 2019/4 K. sayılı kararı ile;
“…Dairemizin 2015/5542 E. – 2015/12579 K. Sayılı kararında da ilkeleri ortaya konulduğu üzere,
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. Maddesiyle
birlikte, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü
olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nın 107. Maddesinde yer
alan;
” (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari
bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki
yararın var olduğu kabul edilir”
Şeklindeki düzenleme ile davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya
değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi haline mahsus olarak davacıya belirsiz alacak davası
açma hak ve imkanı tanınmıştır. Miktar veya değerin belirlenememe halinin varlığı için, davacının
gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden
gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanması gerekmektedir.
Madde gerekçesinde de yer aldığı üzere “Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa,
böyle bir dava açılamaz”.
Zira, miktar veya değerin bilindiği durumlarda belirsiz alacak davası açılması hukuki yarardan
yoksundur. Miktar veya değerin bilindiği ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkan HMK 109.
maddesinde düzenlenen kısmi davadır.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz
alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya
belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya
konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
Nitekim öğretide “Talep sonucunun belirlenmesinin imkansız olması” halinde de, belirsiz alacak
davası açılamaz. Bu imkansızlığın bir “objektif imkansızlık” olması gerektiği savunulmuştur (Ş.
Görgün, L. Börü, B. Toraman, M. Kodakoğlu, Medeni Usul Hukuku, s.279). Canıtez, yeni bir aracın
yanması halinde zararın tespiti kolay olacağından belirsiz alacak davasına konu olamayacağını
belirtmiştir. Yine yazara göre, bilirkişi incelemesine ihtiyaç duyulan her durumda alacağın belirsiz
olduğunun kabulü mümkün değildir. Keza alacak miktarı hakkında uyuşmazlık bulunması de talep
sonucunun belirlenmesinin beklenemeyecek hal olması anlamına gelmez. Dava (H. Pekcanıtez,
Medeni Usul Hukuku, C.2, s.1028 vd., dn.232). 6100 Sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun
çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın
verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de
“karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri
sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır. Belirsiz
alacak davası açan davacı, dava dilekçesinde neden alacak miktarını tam olarak belirleyemediğini
ortaya koyması gerekir (M. Atalı, İ. Ermenek, E. Erdoğan, Medeni Usul Hukuku, s.336).
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve
belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten)
mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi
ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi
incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak
davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz
alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen
davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın
belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar
yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerekmektedir. HMK 114/1-h maddesinde hukuki yarar
dava şartları arasında sayılmış olup, böyle bir eksiklik HMK 115/2 maddesi uyarınca giderilebilecek
dava şartları arasında da görülemeyeceğinden, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre verilmesi de
mümkün değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı vekili dava dilekçesinin birinci sayfasında
“belirsiz alacak davası” olarak niteleyerek davasını açmış ise de, dava dosayı ile delil olarak dayanılan
Antalya 3.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/60 D.İş sayılı delil tespit dosyası birlikte
değerlendirildiğinde, davacının hangi miktar hangi miktar tohumuna el konulduğunun sabit olduğu,
tohum araştırmaları için ne kadar süre çalışma yaptığı ve hangi miktarda masraf yaptığının bizzat kendi
kayıtlarıyla sabit olduğu, kötü koşullarda muhafaza nedeniyle tohumların tamamının telef olduğunun
da sabit olduğu, kendisi de tohum satıcısı olduğu için her bir tohumun birim fiyatının ne olduğu,
kendisince hangi kar oranında satıldığı ve ne miktarda kardan mahrum kalındığının kendisince
bilindiği gibi, bu durumu bir kez de davadan önce delil tespit raporuyla da tevsik ettirdiği, buna göre
zararın bizzat davacının talebi üzerine yapılan 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının, ArGe çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları
için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000 TL, mahrum kalınan kar yönünden ise 5.875.000 TL
olarak belirlendiği, yargılama sırasında bilirkişi raporu alınacak olmasının veya ileri sürülen miktara
davalının karşı çıkmasının, davacının zararını bilemeyeceği anlamına gelmediği, zira raporun ileri
sürülen iddia ve savunmaları denetlemek amacıyla alınmasının gerekeceği, söz konusu rapora davacı
tarafın her hangi bir itirazının da bulunmadığı, bu itibarla bu davanın açıldığı tarih itibariyle davacının
uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı belirlenebilir nitelikte olduğu halde davacı tarafça “belirsiz
alacak davası” açılması HMK 107. maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı bulunduğundan davanın
hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir” gerekçesiyle direnme kararı
verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi: - Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı: - Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararı ile;
“…II. ÖN SORUN - Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla
yapılan yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca bozulması
üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak
tartışılmıştır.
III. GEREKÇE - Dava, 6100 Sayılı HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
- 6100 Sayılı HMK’nın 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmış olup,
“ (1) Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine
tazminat davası açılabilir:
a-) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı
bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b-) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş
olması.
c-) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm
verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d-) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen
bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak
hüküm verilmiş olması.
e-) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.”
Şeklinde düzenlenmiştir. - HMK’nın “Davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesinde de “Devlet aleyhine açılan
tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı,
Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda
olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi
sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama
Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel
Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.
(2) Devletin sorumlu hakime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan
mahkemede görülür.” hükmü getirilmiştir. - HMK’nın 373. maddesinde ise “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında
direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme
kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı
Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.” düzenlemesi mevcuttur. - Anılan mevzuat hükümlerinde, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin fiil ve
kararlarından dolayı, Devlet aleyhine açılan tazminat davalarının Yargıtay ilgili hukuk dairesinde ilk
derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği ve verilen kararların temyiz incelemesinin Hukuk Genel
Kurulunca yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesi
sonucunda Özel Daire kararı bozulduğu takdirde Özel Daire kendiliğinden tarafları duruşmaya davet
edip dinledikten sonra Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar
verecektir. - Hakimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde ayrı bir
yargılama usulü öngörülmediğinden hakimlerin fiillerinden dolayı tazminat istemlerine ilişkin
yargılamalar HMK’daki usule göre yapılacaktır. HMK’nın 373. maddesine göre ilk derece mahkemesi
ve bölge adliye mahkemesi Yargıtayın bozma kararına direnebileceğinden ilk derece mahkemesiyle
yargılama yapan Özel Daire de Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebilecektir. Bu nedenle
oy çokluğu ile ön sorun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının yerinde olup
olmadığının incelenmesine geçilmiştir. - Yargıtay 11. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın
usulden reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel
Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. sayılı kararı ile onanmış, davacı
vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E.,
2019/202 K. sayılı kararı ile kararın bozulmasına karar verilmiş, bozma kararına karşı Yargıtay 11.
Hukuk Dairesince direnilmesi üzerine verilen direnme kararı davacı vekili tarafından süresi içinde
temyiz edilmiştir. - 6100 Sayılı HMK’nın 373. maddesi gereğince yapılan inceleme sonucunda, Hukuk Genel
Kurulunca verilen 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararın usul ve yasaya uygun
olduğu ve Özel Dairece verilen direnme kararının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. - Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Özel Dairece verilen direnme kararının
yerinde olduğu ve bu nedenle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul
çoğunluğunca kabul edilmemiştir. - Hal böyle olunca Yargıtay 11. Hukuk Dairesince verilen direnme kararının incelenmesi için
dosyanın Yargıtay Büyük Genel Kuruluna gönderilmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle davacı vekilinin
direnme kararına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi yapılmak üzere dosyanın Yargıtay Büyük
Genel Kuruluna gönderilmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Yargıtay Büyük Genel Kurulu Kararı: - Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 26.01.2022 tarihli ve 2022/1 E., 2022/1 K. sayılı kararı ile;
“…İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan 11. Hukuk Dairesinin verdiği direnme kararının
temyizen inceleme görevinin, Yargıtayın hangi karar organına ait olduğunun belirlenmesi, öncelikle
çözülmesi gereken meseledir.
HMK’nın 46. maddesi uyarınca, maddede sayılan sebeplere dayalı, Devlet aleyhine tazminat davası
açılabilir. Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hakimlerinin
fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde, ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür.
Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır (HMK m 47).
Maddenin değişiklikten önceki halinde Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda
olanların fiil ve kararlarından dolayı açılacak tazminat davalarının ilk derece mahkemesi sıfatıyla
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda görüleceği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu
kararlara karşı temyiz incelemesinin, Yargıtay Büyük Genel Kurulunda yapılacağı öngörülmekteydi.
İlk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakacak Hukuk Genel Kurulunun, o tarihte 47 olan üye sayısı
ile duruşma yapması, temyiz incelemesini yapacak Yargıtay Büyük Genel Kurulunun ise o tarihte 469
olan üye sayısı ile toplanmak zorunda kalmasının doğuracağı sorunlar gözetilerek, 6644 Sayılı Kanunla
değişiklik yapılmış, yapılan düzenlemeyle görevli daireler belirlenmiş ve bu dairelerin kararlarına karşı
yapılacak temyiz incelemesinin Yargıtay Büyük Genel Kurulu yerine Hukuk Genel Kurulunda
yapılacağı belirtilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, mahkemelerin kuruluşu başlıklı 142. maddesine göre
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri ancak kanunla düzenlenebilir.
Aynı doğrultuda Hukuk Muhakemeleri Kanununun 1. maddesine göre mahkemelerin görevi ancak
kanunla düzenlenebilir. Kanuna dayanmayan ve kuruluşunu kanundan almayan hiçbir kimse veya
organ yargı görevi yapamaz.
2797 Sayılı Yargıtay Kanununun 1. maddesine göre; Yargıtay adliye mahkemelerince verilen karar ve
hükümlerin son inceleme mercii olup 3. maddede belirtilen karar organlarından; Hukuk Genel
Kurulunun görevleri 15. maddede, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun görevleri ise 16.maddede
sayılmıştır. Bu hükümlere göre Hukuk Genel Kurulu, ilk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce
verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini de yapmakla görevlidir. Yargıtay Büyük Genel
Kurulunun, Hukuk Genel Kurulunun kararlarına karşı temyiz inceleme görevi bulunmamaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 47. maddesinde, 6644 Sayılı kanunla yapılan değişiklikle, bu tür
davaların açılacağı mahkemeler ile verilen kararların temyizi halinde temyiz incelemesini yapacak
merci belirtilmiş ise de Hukuk Genel Kurulunun temyiz incelemesi sonucu verdiği kararlara karşı yasa
yolu belirtilmemiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin 7. bendi gereğince ilk derece mahkemesi, Hukuk
Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorundadır. Açıklanan nedenlerle yasa yolu incelemesinin
Hukuk Genel Kurulunca nihayete erdirileceğinin kabulü gerekmektedir.
Üç dereceli yargılanma hakkına karşı, iki dereceli yargılamanın adil yargılanma hakkına aykırı olduğu
savunulabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin - maddesine göre herkes davasını, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklarda, yasa ile
kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun görülmesini isteme hakkına
sahiptir. Bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 No’lu protokolün 2.maddesine göre, bir mahkeme tarafından
verilen kararın daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkı gerekmekte ise de ilgilinin birinci
derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı hallerde bu husus istisnaya tabi
tutulmuştur. AİHS’in 6. maddesi mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkını
güvence altına almaktadır. Ancak bir devlet, kendi takdirine bağlı olarak kanun yolu başvuru
yöntemleri belirleyebilir.
Somut olayda, davacı tarafından açılan tazminat davası, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yüksek
mahkemenin bir dairesi tarafından karara bağlanmıştır. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay’ın bir
başka organı tarafından temyiz incelemesi yapılmış olduğundan, iki dereceli yargılama ile adil
yargılanma hakkı sağlanmıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, yasa koyucu, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı
konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı yapılan yargılamaların temyiz incelemesini HMK’da
6644 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle Hukuk Genel Kurulunun vereceği karar ile sonlandırmıştır.
Anayasanın ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun yukarıda sözü edilen hükümleri uyarınca, ancak
kanunla belirlenmesi gereken ve kamu düzenine ilişkin olduğunda şüphe bulunmayan görevli merciin
yorum ya da kıyas yoluyla ihdas edilmesi mümkün değildir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun temyiz
inceleme görevi bulunmadığından 11. Hukuk Dairesinin direnme kararının temyiz incelemesi hakkında
bir karar verilmek üzere dava dosyasının Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.”
gerekçesiyle dosyanın incelenmeksizin Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
II. ÖN SORUN - Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla
yapılan yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca bozulması
üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmış,
Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararının 15 ila 20.
paragraflarında belirtilen gerekçelerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece,
Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebileceği, bu nedenle oy çokluğu ile ön sorunun
bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının temyiz incelemesine geçilmiştir.
III. GEREKÇE - Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte
yarar bulunmaktadır. - Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer
almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. - Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107. maddesinin
28.07.2020 tarihli ve 31199 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 Sayılı
Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;
“1- Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari
bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki
yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken; 7251 Sayılı Kanun’un 7. maddesiyle
madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2. fıkrası “ (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hakim
tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi
yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep
sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş;
maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır. - Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu
tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama
durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama
özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile
ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır. - Bu Kanun hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap
güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının miktarını tespit edemeyen
davacı, davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra (zarar tutarını belirlemek mümkün hale gelince),
ıslah yoluna başvurmadan talebini artırabilecektir (Kuru, Baki/Budak, A. Cem: Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı 2011/5, s. 13). - Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle
uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi
gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya
değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak
imkansızlığa dayanmalıdır. - Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek
“etkin hukuki koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama
durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukuki ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep
edeceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak
tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da
yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin
olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde,
alacaklının, hukuki ilişki ile asgari bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi
kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin
olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Belirsiz
alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği
bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin,
bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hale gelmişse, davacının,
iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi
benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu
hallerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul
edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli
tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6)
özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi
olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle
eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön
tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı
kriterler kabul edilmiştir. - Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin;
i. Davacının kendisinden beklenememesi,
ii. Bunun olanaksız olması,
iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir. - Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama
özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu
hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır. - Dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile
açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir. - Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun
belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep
sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar
arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için
yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da
kanunun amacına aykırıdır. - Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın
belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını
ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz
alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı
şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu
ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa
dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir. - Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi,
bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz
alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi
belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına
rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz. - Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya
belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde
belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir
davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak,
belirleme yapılması gereklidir. - Bu noktada, dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramı üzerinde kısaca
durulmasında yarar bulunmaktadır. - Dava şartları HMK’nın 114 ve 115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında
yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hallerdir. - Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak,
mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında
inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür
(m. 115/2-c. 1; istisna m. 115/2-c. 1 ve c. 2). - Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının
bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat,
davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hali
hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına
kavuşmak için, hali hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının
bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır. - Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var
olması gerekmektedir. - Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı
vekili dava dilekçesinde, müvekkili şirket aleyhine açılan tespit davasında verilen ek karar ile depodaki
tohumlar üzerine uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyati tedbir konulmasına ve yediemine tevdiine
karar verildiğini, daha sonraki aşamalarda da gerek alınan tespit ve bilirkişi raporlarına, gerek
yedieminin tohumların bozulacağına dair dilekçesi ve gerekse de itirazlara rağmen gerekli tedbirlerin
alınmadığını, dört yıl boyunca tüm itirazlara rağmen ihtiyati tedbiri kaldırmayan hakimlerin uzun süre
uygun olmayan depolama koşullarında kalan tohumların çimlenme özelliğini yitirmesine ve
çürümesine neden olduklarını, bu nedenlerle müvekkili şirketin uğradığı zararın HMK’nın 46. maddesi
gereğince tazmini gerektiğini ileri sürmüş, dava dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve
gerçek zararın yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu ile belirlenecek olması nedeniyle
şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını belirtmiştir. - Dava dilekçesinde talep sonucu olarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere bozulan
tohumlara ilişkin şimdilik 10.000TL, bu tohumlar için 1995 yılından beri yapılan yatırım ve Ar-Ge
çalışmaları dahil masraflara ilişkin şimdilik 10.000TL, bu tohumların satışından elde edeceği ve
mahrum kaldığı üç yıllık kara ilişkin şimdilik 10.000TL olmak üzere toplam 30.000TL belirsiz
tazminat alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istenmiştir. - Somut olay bakımından davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; tohumların
bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil masraflar ve tohumların satışından
elde edeceği ve mahrum kaldığı kara ilişkin talepleri ile ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının
belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün
olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve
kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir. - Davacı şirketin talebi üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/60 D. İş sayılı
dosyasında düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının davaya konu olay sebebiyle
uğradığı zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000TL, domates, biber ve
hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000TL, mahrum kalınan kar yönünden
ise 5.875.000TL olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun dışında dosya kapsamında
birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların birbirleriyle ve delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu
anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna gidilmiş
olmasının, davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli hale getirdiği şeklinde yorumlamak
Kanun’un amacına aykırıdır. - Ayrıca, hakimin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde,
kategorik olarak bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin bir düzenleme
bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, kanun koyucunun amaçlamadığı bir sonuca
ulaşmanın isabetli olduğundan söz edilemez. - Belirtilen nedenlerle, davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu
olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak,
aradaki hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna
varılmıştır. - Bunun yanı sıra, somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti açısından
hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında halihazırda korunmaya değer bir
yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç
konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün
değildir. - Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacının delil tespiti
raporuna bir itirazının bulunmadığı, zarar ve alacak miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilecek
durumda olduğu, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı, bu nedenle direnme
kararının onanmasına karar verilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul
çoğunluğunca benimsenmemiştir. - Mevcut bu durum karşısında, yukarıda belirtilen nedenlerle, Özel Dairece işin esasına girilip taraf
delilleri toplanarak HMK’nın 46. maddesi nedeniyle davalının sorumluluğunun bulunup bulunmadığı
yönünde inceleme ve değerlendirme yapılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken,
yazılı gerekçeyle direnme kararı verilmiş olması doğru görülmemiştir. - Hal böyle olunca, Özel Dairenin “davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine” dair
direnme kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi
sıfatıyla verdiği direnme kararının BOZULMASINA,
İstek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086
Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden
itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.05.2022 tarihinde oyçokluğu ile
karar verildi. (¤¤)